Şenol Goncagül
-başlarken-
DOLU VURDU…
Terliklerini giydi
Ürkerek ve çekinerek,
hemşireden
Birkaç adım attı ardı ardına
Süzülerek uçan kuşa baktı
Pencereden…
Bitmek üzere olan serumunu
Çekeleyerek döndü sonra geriye
“bahar geliyor anne” dedi
Bir daha, bir daha baktı
Ergene’ye dönmüş gözleriyle…
Kimse anlamıyor beni anne dedi
Mezar gibi bir odada çakılı kaldım
Oyunlar oynuyor dışarıda çocuklar
Ölümle – yaşam arasında
Asılı kaldım…
Oyuncağı kırıldığı için ağladı bir çocuk
Yere düştüğü için canı yandı birinin
Cıvıl cıvıldı her yer amma
On üzerinden mutlulukları
Sadece iki buçuk…
Hayata bakmanın molası doldu
Elinde ilaçlarla girdi odaya Gülden
Ortalık birdenbire toz-duman oldu
Solmuş bir çiçek kaldı geriye gül’den
Kıtlıktan çıkmış bir acı vurdu yüreğini
Küçük ve yılgın ellerini Allah’a açtı
Şu kanser dedikleri;
Umutları örseleyen kıskaçtı
Saat başı ölürdü birileri çocukların
Geride kalanların umutları olurdu
Bizim çiçeğimize güneş doğdu yeniden
Öteki çocukları dolu vurdu…
Benim çocuk ölmesin…
Kemoterapi haricinde, durumları kötüye giden hastaların bünyelerinin güçlendirilmesi için bazı takviye ilaçlar gerekirdi. Adını unutmuşum. Öyle bir ilaç yazdı hoca. Reçeteyi elime tutuşturup:”En geç üç gün içinde kullanalım” dedi. Emirdir. Alıp reçeteyi, soluğu Çapa Hastanesinin karşısındaki ilk eczanede aldım. Reçeteyi verip:”Biraz acelemiz vardı da” dedim. Reçeteyi alan eczacı hanım, yüzüme bön bön bakıp:”Acemisiniz galiba?Çocuk yeni mi hastalandı?” diye sordu! Şaşırdım.
Yooo! Dedim. Açıkladı:
“Bu ilaçlar ABD de üretilip, piyasaya sunuluyor. Ama, bizim sağlık bakanlığımızın lisans onayını vermesi ve eczanelere düşmeleri zaman alıyor. Hal böyle olunca da, bu ilaç kaçak oluyor ve devlet karşılamıyor. Bunu Türkiye’de satmak ta SUÇ oluyor” dedi.
Hoppalaaaa!
Tam sırtımı dönüp gidiyorum ki, aynı ses arkadan sesleniyor:
“Beyefendi! Yeni misiniz? Diye bundan sordum işte! Yani, bu ilaç yok değil! Ama, malum kaçak geldiğinden bunun parası …. Lira. Asıl fiyatı ise aslında bunun 10 da biri kadar. Üstelik te, çok aranan bir ilaç olmadığından, çeşitli kanallarla getirtiliyor dışarıdan. Anlayacağınız gibi kaçak ve pahalı”
Durum anlaşılmıştı…
O zamanlar Kanal D ile çalışıyorum. Haber Merkezinden arkadaşlara anlattık durumu. Almanya’dan, bir irtibat bulundu. O arkadaş, işini gücünü bırakıp, bir eczaneye giderek, ilacı sordu. Eczacı:”Ağ sisteminde bu ilacı en yakın Hollanda Amsterdam daki bir ecza deposunda görebiliyorum” demiş. Arkadaş, kendi arabasına atlayıp, Hollanda Amsterdam daki o depoya giderek, o ilacı almak istemiş. Eczacı:”Burası manav mı? Ver ordan bir kutu KANSER İLACI denip, ilaç mı alınırmış? Diyor!
O arkadaş, neye bulaştığını anladığında iş işten geçmiş oluyor ama başlanmış bir kere! Önce, kanser ilacı yazabilecek bir TÜRK hekim bulunuyor. Sonra, onun o ilacı yazabileceği bir TÜRK kanser hastası. Recete yazılıp, ecza deposundan alınıyor ve sonra yeniden Almanya’ya geliniyor.
Bitti mi dersiniz?! Ne gezeeerrr!
O ilacın bir de Türkiye’ye ulaştırılma safahati var!
Sonuçta kaçak bir ilacı, zaman darlığından, uçakla başka bir ülkeye getireceksiniz!
Hostes ve pilotlara durum anlatılıyor. Risk büyük. İyilik uğruna meslekten olup, tutuklanmak ta cabası. Tam da, ithal ilaçların kara borsaya düştüğü bir dönem sonuçta.
Bir yolcuya ilaç veriliyor ve İstanbul’a getiriliyor. Nükleer bir silah parçası karşılanır gibi, oradan karşılanılıp, teslim alınıyor. Aklımdayken, bu sefahatin parasal kısmını da, olaya başlamadan evvel banka havalesi yapıyorsunuz ki, çatlak oluşmasın!
İlaç hastaneye ulaştırılıyor. Yasemin’in yattığı bölüme girerken, oradaki asistan doktorun:”Babası! Buldunuz mu sahiden ilacı? Aferim Vallahi de! Bakın, buradaki çocukların hiç birisinin ailesi bulamadı çünkü.” Deyince, orada bekleşen ve o ilacı bulamayan o çocukların babaları daldılar üzerime doğru! Neyin ne olduğunu anlamadan, elimdeki o içinde 5 adet hap bulunan kutuyu alma yarışması start alıverdi!
Onca zorlukla getirtmişim, verir miyim ilacımı? Deyip, kurtardım ilacı! Koluma sarılan hasta babalarından birisinin, göğsüme yaslanıp ta:”Kardeş ya! Bizim paramız da, çevremiz de yoktu. … köyden geldik. Çobanım. O ilaçtan bir tek tanesini de bizim çocuğa ver ki, bizimki de en azıdan kendine gelsin. Ölene kadar kulun kölen olurum senin” dedi.
Yıkıldım…
Koptum.
Hani, ne şartlarla getirildiğini ve hiç te kolay olmadığını bilmesem, verirdim elbetteki. Ama, prof ta diyordu ki:”Bir tek tableti eksik kullanılırsa, hiçbir işe yaramaz” ne benim içinden birkaç tane vermem onu kurtaracaktı. Ne de, bizim işimize yarayacaktı. Hiçbir şey söylemedim adamcağıza. Anlayacak durumda da değildi. Asistana teslim ettim o, içinde 5 tablet bulunan kutuyu ya, benim işim o an için bitmişti.
Artık, sıra yeni yeni reçeteleri beklemeye gelmişti…
KİM BİLEBİLİR Kİ
bir küçük tebessüm etsen çocuk
yıldızları çökertirdim önünde
basardım gırtlağına, güneşin
emrine verirdim tamamen
en karanlık gününde
kederli türküler dinlemeseydik
keşke, taş olsaydık ta, keşke
ecelle kapışmanı beklemeseydik
Vallahi de,
yeni kitaplar alacağım sana
karanlık olmayan gecelerin olacak
sırf senin için doğacak güneş
karanlıklardan korkmayacaksın bir daha
gürbüz bir çiçek gibi açacaksın, kırlarda
odana, çiçek kokuları dolacak
DEVAMI YARIN